Aile Dizimi: Hastalıklar, Bağımlılıklar, Aile Diziminde Çalışılan Konular, Temel Yasalar

Bert Hellinger ile yapılan röportajının ikinci bölümü:

Tedavi yöntemleriniz, ağır hasta olan kişiler için de geçerli mi?

Evet, özellikle sorun veya hastalığın sistemik sonuçlardan kaynaklandığı veya en azından katkıda bulunan bir neden olduğu durumlarda.

Sistemik bir psikoterapiye en iyi yanıt veren belirtiler nelerdir?

Kanser gibi bazı hayatı çok tehdit edici hastalıkların da sistemik nedenleri olduğunu görebiliriz. Sistemik bağlam şunları gösterir, “Seni takip edeceğim.” Yani, kişi hasta ya da ölü olan başka bir aile üyesini hastalanarak ya da ölümü arayarak takip etmek ister. Ailesindeki bir kişiyi bu şekilde takip etme eğiliminde olan birini görüp onu tutmaya çalışan bir çocuk şöyle der ”Senin yerine ben gitsem daha iyi.” Bütün bunlar, benzer bir kaderi arayarak geçmişi telafi etme arzusuna eklenir. Bu temel dinamikleri bilmek, onları güçlerinden yoksun bırakmak suretiyle birçok ıstırabı ve acıyı hafifletmek mümkündür.

Diğer semptomlar, ebeveynlerden birine doğru kesintiye uğramış hareketle ilgilidir. Bu nedenle, örneğin, kalp ağrıları veya baş ağrıları, sıklıkla açığa vurulmamış bir sevgiyi ifade eder ve bir kişi, babasına veya annesine saygılı bir şekilde eğilmeyi reddettiğinde birçok kez sırt ağrıları gelişir.

Tekrarlayan kaza veya talihsizlik örüntülerine elverişli dinamikler olduğunu söylediniz. Bu gibi durumlarda bize dinamiklerden bahseder misiniz?

Ciddi hastalıklar, intiharlar veya intihar girişimleri veya kazalar, psikoterapide sıklıkla gördüğümüz şeylerden bazıları sevgi tarafından motive edilir - küçük bir çocuğun sevgisi. Küçük çocuklar sihirli bir inanç sistemine göre severler. Küçük bir çocuk için sevgi şu anlama gelir: "Nereye gidersen git, ben de seni takip ederim. Ne yaparsan yap, ben de yapacağım " veya "Seni o kadar çok seviyorum ki, her zaman seninle olmak istiyorum. " Bu şu demektir: "hastalığında seni takip edeceğim" ve "ölümünde seni takip edeceğim." Birisi bu şekilde sevdiğinde, doğal olarak ciddi şekilde hastalanmaya açıktır, savunmasızdır. Ama bu şekilde sevilen kişi nasıl hissetmelidir? Hastalığının veya ölümünün bir çocuğun hastalanmasına neden olduğunu görünce ne hissetmelidir? Nasıl hissetmelidir? Kötü, değil mi? Kesinlikle!

Aile dizimlerinde, ölenlerin, hastaların ve zor bir kaderi olanların henüz hayatta olanların iyiliğini istediklerini her zaman gözlemliyoruz. Bir ölüm veya talihsizlik yeterlidir. Ölüler, yaşayanlara karşı her zaman iyi hisler beslerler. Sadece çocuk değil, acı çeken ya da ölenler de sevgi doludur. Sistemik iyileşmenin başarılı olması için çocuğun vefat eden akrabasına duyduğu sevgiyi fark etmesi ve onun kaderini onurlandırması gerekir.

“Sevgisini fark edin ve kaderini onurlandırın" derken ne demek istediğinizi anlayamadım.

Bir çocuk öldüğünde, ailenin diğer üyeleri korkma eğilimindedir - bunun nedeni kısmen, belki de bilinçsizce, çocuğu takip etmek istemelerine neden olan sevgiyi hissederler. Korkularını kontrol altına almak için duygularını dondururlar. Çocuğa etkili bir şekilde kalplerini ve ruhlarını kapatırlar. Çocuk hakkında konuşabilirler ama duyguları kapalı bir şekilde ve çocuk çoktan ölmüş olsa da, ölümün aile sistemi üzerindeki örtüsü kalkmaz, duyguların örtüsü. Sevginin başarılı olması için çocuğun, tıpkı yaşıyormuş gibi aile içinde bir yeri olması gerekir. Ailenin hayatta kalan üyeleri çocuğa karşı duygularını ve yaslarını yaşamalıdır. Çocuğun bir resmini koyabilirler veya anısına bir ağaç dikebilirler. Ancak en önemlisi, hayatta kalanların olanları kendi hayatlarına dâhil etmeleri ve çocuğa olan sevgilerinin yaşamasına izin vermeleridir.
Pek çok insan ölüler gitmiş gibi davranıyor. Ama nereye gidebilirler? Evet, fiziksel olarak yoklar, ama yaşayanlar üzerindeki etkileri ile var olurlar. Ailede doğru yere konumlandırıldıklarında, ölen kişiler olumlu bir etkiye sahiptir. Aksi takdirde endişeye neden olurlar. Doğru yerde olduklarında ölmeleri gerekiyormuş gibi bir yanılsama yaratmak yerine, yaşayanları yaşam için desteklerler.

Bağımlılarla çalışırken gördüğünüz dinamikler nelerdir?

Bağımlılık olduğunda, örneğin alkolizmde, çok garip aile dizimlerimiz olur. Böyle bir ailede kadın, kocasını hor görür. Ve çocukların kocasını onurlandırmasını, onunla ve ailesiyle gitmesini istemez, “Ben iyiyim, o iyi değil” der. Ama sonra çocuklar anneden intikam alır, ona iyi olmadıklarını ve yanıldığını kanıtlarlar. Bunun için intikam alırlar
Sonuç olarak, bağımlılık sırasında aslında kadınlar tarafından değil, sadece erkekler tarafından bu konunun halledilmesi gereği ortaya çıkar. O halde uyuşturucu bağımlılarının terapistleri erkek olmalıdır. Ancak erkekleri onurlandıran kadınlar, “zavallı bağımlıya yardım ediyorum” duygusuna kapılmadan çalışabilen kadınlar yardımcı olabilir. O zaman adama bir çocukmuş gibi davranmazlar ve uyuşturucu bağımlısı bir erkek olmak zorunda kalır. Babasını onurlandırdığında bir erkek olur. Bu istikamette gidecek çok basit bir imge var. Bir dizimde babasını ve babasının arkasına büyükbabayı ve onun arkasına da büyük büyükbabayı yerleştiririm. Ve sonra bağımlı babasına yaslanır. Bu onun için erkeksi bir güçtür ve yardımcı olur.

Öte yandan, birçok bağımlı intihara meyillidir ve bu, aile bilincinin yönlendirdiği ailelerde bulduğunuz başka bir dinamiktir: Bir çocuk ölü bir kişiyi, örneğin anne ya da babayı takip etmek ister… Hastalanır, kazalara ya da intihara meyillidir. Bir çocuk babasının kendi babasının peşinden gitmek istediğini görür ve “Ben senin yerine yaparım, baba” der ve anoreksiya olur. “Yok olmayı tercih ederim.” Babasının ölmesini engellemek ister. Bu büyülü bir düşüncedir ve tamamen bilinçsizdir. Sadece aile diziminde gün ışığına çıkar, o zaman belirir ve aile içinde bir çözüm bulabilirsiniz.

Bir aile dizimini kaç kez tekrarlamanız gerekir?

Tekrar yok. Bir kez yapılır. Aile dizimi göstereceğini gösterir ve ardından bir iyileşme hareketi çalışmaya başlayabilir. Ama bu o kadar kolay değildir. Çünkü mesela bir çocuk babası yerine ölmek istiyorsa kendini masum ve harika hisseder, ama çözümü takip ediyorsa kendisini küçük ve çok özel bir şekilde suçlu hisseder… Bu yüzden bir çocuğun bu adımları atması için ruh içinde özel bir gelişime ihtiyacı var. Yani bir saati tamir eder gibi bir şifa veya çözüm getiremezsiniz. Ruhu desteklemeli ve danışan için aile kaynaklarını bulmalıyız.

Aile ruhuna dâhil olanların davranışlarını hangi yasalar yönetir?

Daha önce de söylediğim gibi, aile üyelerinin hepsi sanki ortak bir ruhu veya ortak bir vicdanı paylaşır ve hepsi ortak yüksek bir otoriteye bağlıymış gibi davranırlar. Hatta bu otoritenin belirli yasaları ve talepleri takip ettiği görülür.

Büyük sevgi

Burada gördüğümüz ilk fenomen, bir ailenin üyelerinin daha büyük ruhla veya ortak aile ruhuyla birbirine bağlı olmasıdır. Bu, annesi veya babası erken ölen bir çocuğun onları ölüme kadar takip etme özlemi duyduğu halde bile geçerlidir.
Ebeveynler veya büyükanne ve büyükbabalar bile ara sıra çocuklarını veya torunlarını ölüme kadar takip etmek isterler ve bu dinamiği eşler arasında da gözlemleyebiliriz. Biri ölürse diğeri genellikle yaşama arzusunu kaybeder.

Denge ve tazminat

Fark ettiğimiz ikinci fenomen ise nesiller arasında kazançları ve kayıpları dengeleme dürtüsü olduğudur. Bu, bir başkasının aleyhine kar elde eden birinin, onu telafi etmek için eşdeğer bir kayıpla karşılığını ödeyeceği anlamına gelir. Faydalananlar faillerse, torunları genellikle ödeme yapanlardır. Aile ruhu onları atalarının yerine, sıklıkla kimsenin haberi olmadan kullanır. Ve eğer önceki nesilden biri suçluysa, ama suçuyla yüzleşmediyse, o zaman sonraki nesilden biri bu suçun kefaretini üstlenecektir. Mesela kendini öldürecektir; örneğin bunu nazi katillerinde göreceğiz. İki veya üç nesil sonra bile birçok torun bu hatayı düzeltmek intihara meyilli olacaklardır.

Öncelik sırası

Diğer bir deyişle, aile ruhu, daha sonra gelenleri değil, daha önce gelenleri tercih eder. Bu üçüncü bir hareketi veya aile ruhunun doğal düzenini temsil eder. Daha sonra doğan biri, sisteme daha erken giren biri için ölmeye hazırdır, başka bir aile üyesinin ölümünü önlemek için kendi hayatını feda eder. Ya da sonraki nesilden bir aile üyesi, daha önce gelen birinin çözülmemiş suçu için kefaret ödüyor olabilir. Bir kız, babasının eski karısını temsil edebilir ve babasına çocuğundan çok bir eş gibi davranabilir. Böyle bir durumda annesinin rakibi olur. Babanın eski partneri haksızlığa uğramışsa, kız iki ebeveynine karşı o kadının hislerini devralabilir.

Bütünlük

Aile ruhunun dördüncü düzeni, ailenin bütünlüğüne bağlıdır ve her aile üyesinin ait olma hakkına sahip olmasını talep eder. Daha sonra aile üyeleri, dışlanmış veya unutulmuş eski üyeleri temsil eder, böylece ait olma haklarını onurlandırır ve onlara bir yer açarak aileye iade eder.
Bir üye dışlandığında veya unutulduğunda, bu tür bir vicdan veya ruh, önceki kişiyi geri almak için sonraki nesilden birini seçer. Ve bu kişi daha sonra, öncekinin hayatını canlandırır.

Bu, aile ruhunun bazı hareketlerinin ve onun altında yatan düzenin sadece kısa bir özetidir. Kitaplarım "Sevginin Saklı Simetrisi" ve "Kabul Etmenin Özgürlüğü" konuyu daha kapsamlı bir şekilde ele alıyor.

Bir danışan için ne tür çözümler bulunabilir? Buradaki fenomenolojık yaklaşımı ne oluşturur?

Fenomenolojik görüş alanı dar bir bakış açısından geniş bir farkındalığa kadar uzanır, yakın olandan uzak manzaralara kadar.
Bu, terapistin yalnızca hastaya bakmak yerine tüm aileye bakması anlamına gelir. Sadece danışana ve ailesine bakmak yerine onların ötesine, daha geniş bir fenomen alanına ve hepsini içeren daha büyük ruha bakar. Bir birey ve ailesi, daha geniş bir alanla birbirine bağlıdır ve onlara rehberlik eden ve yönlendiren daha büyük bir ortak ruhun güçlerinden etkilenir. Dahası, bir sorunun tam ve net olarak anlaşılması ve çözümlerin ortaya çıkışı ancak daha geniş bir bakış açısı bağlamında mümkün olur.

Danışanın ruhuna rehberlik etmeyi umuyorsam, onun ruhuna, aile ruhunun rehberliğinde bakmalıyım. Ancak sadece danışana ve ailesine bakarsam, neyin dolanmaya yol açmış olabileceğini anlayabilirim. Ancak bireyin ve ailenin onun dışında yatan ruhun güçleri ve boyutlarıyla bir bağlantı kurulana kadar çözüm kendini göstermeyebilir. Bu boyutlar bizim etkimizin ötesindedir. Onlara nadiren açık ve alıcı konumda kalabiliriz.

Bir aile dizimi sırasında esas olana odaklandığımızda, bu daha büyük ruh potansiyel olarak iyileştirici bir imge, iyileştirici bir cümle ve olası bir sonraki adım hakkında içgörü sağlayabilir. Terapist, kendi rolündeki her bir istikametten kaçınarak ve kendi korkuları hatta korku olgusu karşında derin bir alçakgönüllülük benimseyerek, kendisini bu daha büyük ruh tarafından dokunulmaya ulaşılmaya açık hale getirir. Sonra aniden onu bir sonraki adıma yönlendiren bir resim, bir kelime veya bir cümle belirebilir. Ama her zaman karanlığa ve bilinmeyene doğru bir adım olacaktır bu. Bunun doğru adım olup olmadığı veya gerçekten yardımcı olup olmadığı ancak sonunda netleşecektir. Fenomenolojik bir duruş benimseyerek, ruhun bu boyutlarıyla temas kurarız ve bu, yapmaktan çok yapmamakla daha kolay başarılır.

Terapistin kendi odaklanmış varlığı, danışanın fenomenolojik bir tutum benimsemesine ve sunduğu içgöçü ve gücü almasına yardımcı olur. Çoğu zaman, danışan ifşa edilenlere katlanamaz ve ona karşı durur. Terapist buna bile razı olur. Terapist, danışanın ve ailesinin kaderine kendi varlığının dolanmasına izin vermez. Bu soğuk kalpli bir tutum görünebilir. Ancak deneyimlerimiz göstermiştir ki, başka bir yoldan kazanılan içgörü, terapist için olduğu kadar danışan için de eksiktir ve kesin değildir.

By Humberto del Pozo in Santiago de Chile, September 1999

İngilizce'den Türkçe'ye tercüme TheHome Workshops ekibi tarafından yapılmıştır. Başka mecralarda paylaşmak isterseniz referans verilmesi gerekmektedir.

İlgili İçerik

Nesilleri arası travma aktarımı, Aile Dizimi ve Epigenetik

Travmalarımız Kuşaklararası bize geçen miras olabilir mi?

Son yıllarda nörobilim (sinir bilimi), hücresel biyoloji ve epigenetik alanlarında travmayı daha iyi anlamak için yapılan araştırmalar ufkumuzu genişleterek, bakışımızı önceki nesillere de çevirtmeye başlamıştır. Pek çok yeni araştırma, yaşadığımız travma modelinin ve acının önceki nesiller incelendiğinde daha çok anlam kazanabileceğini ve bunu incelemenin önemini vurgulamaktadır. Benim de hocam olması şansına sahip olduğum Alman psikoterapist Bert Hellinger’in Aile Dizimi yöntemi kişiyi tam da bu anlamda bir bakış açısıyla değerlendirir. Aile Dizimi kişiyi, tek başına bir birey olarak değil, aynı zamanda içine doğduğu aile sisteminin önceki kuşaklardan ona aktardıkları ve
onlarla olan bağıyla tanımlar ve görür. Böylece bugün yaşadığımız zorlukların bazıları geçmişte yaşananların farkındalığıyla daha açıklayıcı ve yol gösterici şekilde anlamlandırılır. Psikolojideki aile genogramı gibi önceki nesillerin (büyükanne, büyükbabalar, onların ebeveynleri vb.) yaşadığı karakteristik olayları, zorlukları, travmaları, hatta bu travmalara hangi yaşta maruz kaldıkları gibi yaşanmışlıkları göz önüne alır ve değerlendirir. Bugüne ve kişiye bu bilgiler ışığında daha büyük bir pencereden bakar. Bert Hellinger Aile Dizimi metodunu Psikoterapist Virginia Satir  Aile Heykeli, Moreno'nun Psikodrama, Transaksiyonel Analiz gibi pek çok farklı yöntemlerden de esinlenerek
geliştirmiştir. 

 

Aslında ilk bakışta “travma nasıl aktarılabilir ki” deyip inanmasak ve henüz bilimsel araştırmalara bakmamış olsak bile, size şunu hatırlatmak isterim; Çok nettir ki, bir insanın, babaannesinden göz rengini, hiç tanımadığı babasından yürüyüş tarzını, dedesinden müzik yeteneğini miras aldı denmesi kimseyi şaşırtmaz. Oysa ailemde üç nesil boyunca yaşanmış kıtlık korkusunu, çok erken yaşanmış kayıpların ardından tutulamayan yası, mecburen göçmek zorunda kaldıkları için yaşanan korkuyu, öfkeyi onları hiç tanımasam da ben de içimde hissediyorum dediğimde buna şaşırıyor olmanız olasıdır. Hatta hiç olur mu öyle şey, bu saçmalık bile diyebilirsiniz. İşte tam da bu noktada, ben bu
yazıda size en temel araştırma ve bilgiler üzerinden paylaşımlar yapmak istiyorum. Belki bunları okuduktan kalbinize ve aklınıza tekrar sorun diye… Anneanneniz annenize hamileyken, sizin gelecekte yaşamınızı oluşturacak olan, öncü yumurta hücreleri annenizin yumurtalıklarında mevcuttur.  Aynı şekilde babanızın size hayat verecek sperm hücreleri de babanız daha babaannenizin rahmindeyken mevcuttur. Bu üç neslin aynı biyolojik ortamı paylaştığı gerçeği embriyolojide çok uzun süredir bilinen bir gerçekliktir. Aynı çevresel ortama maruz kalmış, hiç zorlanmadan duyguların biyolojik olarak iletilebileceği aynı ortamı paylaşan bu 3 kuşağın bir anlamda tek bedende olmasının bir an için bile görüntüsünü gözünüzde canlandırsanız, aslında sadece bu bile çarpıcı bir gerçekliğin ispat fotoğrafı olabilir mi?

 

 

Hücre biyolojisi uzmanı Bruce Lipton, DNA dizisinde herhangi bir değişiklik meydana getirmeden gerçekleşen kalıtsal değişimlerle ilgili çalışmasında (eski araştırmalarda, Kromozomal DNA yoluyla genetik fiziksel özelliklerimizin aktarıldığı ancak bunun DNA’mızın sadece % 2’sinden az kısmı ile yapıldığına inanılıyor, kalan DNA çöp olarak değerlendiriliyordu) kodlanamayan diye geçen kalan % 98 DNA’mızın kalıtımla aldığımız duygusal, davranışsal karakter özelliklerimizden sorumlu olduğunu
söylemektedir. *1

Rachel Yehuda, New York'ta Tıp Fakültesinde Psikiyatri ve Nörobilim alanlarında profesördür ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarındandır. Yehuda ve ekibinin araştırmaları ve bu konuda yapılan diğer çalışmalar bu kodlanmayan DNA’ların yaşamsal değişimler ya da zorluklarla DNA’ya eklenen ve hücreye belirli bir geni susturmasını ya da aktifleştirme sini söyleyen epigenetik işaretler olarak bilinen kimyasal sinyallerle oluştuğunu söylemektedir. Yani DNA dizisi değişmez ancak bu epigenetik işaretlerle işlevi değişir ve yine araştırmalar göstermiştir ki bu durum sonraki yaşamlarımızda stresle bağımızı, verdiğimiz tepkileri değiştirir ve düzenler. *2 

Yehuda ve araştırma ekibinin stres modellerinin aktarıldığı pek çok alanda yaptığı tarihi çalışmalardan biri de yıllarca Nazi soykırımdan kurtulanlar ve onların çocuklarının nörobiyolojisini incelemektir. Kortizol genel olarak “stres hormonu” olarak bilinir. Yehuda ve ekibinin araştırmaları soykırımdan kurtulmuş TSSB bozukluğu olan kişilerin ve onların çocuklarının benzer bozuk kortizol seviyesine sahip olduklarını göstermiştir. Bu deneyimlerden gelen ailelerde sonraki kuşaklarda, stres kaynaklı pek çok semptoma, kronik ağrı, kronik yorgunluk, majör depresyon, anksiyete gibi pek çok travmaya sahip ya da yatkın olduklarını saptamıştır. *3 Örneğin savaş yaşamış bir ebeveynin sonraki kuşaklarında sese aşırı duyarlılık, genelde bir tetikte olma hali, stresli olma hali şeklinde yansımaları saptanmıştır. Bu durumun sadece savaş gibi kitlesel büyüklükte bir travma olmasına gerek yoktur. Ailelerimizin içinde yaşanmış suç, intihar, erken kayıp, erken evden ayrılma gibi sinir sistemlerinin sindirmesinin zor olduğu yaşanmış pek çok deneyimin bu aktarımı etkilediği görülmüştür.

 

Burada fareler üzerinde yapılmış olan bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Bir nesil fare yaklaşık üç ay yaşadığı için kısa sürede jenerasyonlar arası aktarımlar için sonuçlar almak çok daha kolaydır. Bu nedenle çok basit ama açık ve net eski çalışmalardan biri ise fareler üzerine yapılan araştırmalardan biridir.  Atlanta Emory Üniversitesinde 2013 yılında yapılan DNA da meydana gelen epigenetik değişimler yoluyla nesiller arası aktarımı anlamak üzere yapılan bir araştırmada erkek farelere kiraz çiçeği kokusu koklattıkları an aynı zamanda elektro şok vermişlerdir. Bu deneye maruz kalan farelerin spermlerinde değişimler saptamışlar. Bu elektroşok alan farelerin spermini ise hiçbir stres faktörüyle karşılaşmamış dişi farelerle döllemişler. Bu döllemeden doğan yeni nesil fareleri bireysel olarak hiçbir strese maruz bırakmamışlar. Buna rağmen bu yeni nesilde doğan yavru fareler sadece kiraz çiçeği koklatıldıklarında sanki çok büyük bir stres yaşıyormuş gibi tepkiler vermişler. Beyin ve burunlarının korku tepkisiyle
ilgili bölümlerinde strese bağlı yüksek değerler saptanmıştır. Bu yavruların da yavrularını döllediklerinde araştırma sonuçlarının aynı şekilde olduğu görülmüştür. *4

 

Son yıllardaki epigenetik araştırmalar jenerasyonlar arası aktarımı gösteren bu ve benzeri pek çok araştırmaya sahiptir. Dr Eric Nestler JAMA psikiyatri dergisinde "Depresyonun Epigenetik Mekanizması” adlı makalesinde “Gerçeği söylemek gerekirse, stresli yaşam olaylarının sonraki nesillerde strese yatkınlığı değiştirdiği görülmüştür” der.  Son dönemde PNAS da yayınlanmış araştırma makalelerinden *5  derlenmiş büyük ebeveynlerimizin yaşadığı olayların bizim genlerimizi nasıl değiştirdiğine dair çok daha net bir yazıyı da  aşağıda kısaltarak asistan arkadaşımla Türkçeye çevirmeye çalıştık. Yazı Sciencealert dergisinde de yayınlanmıştır. Aşağıdaki cümleler bu makaleden alınmıştır. Teknik terimlerden sıkılabilecek okuyucu için bu makaleden alıntı olan bölümü italik yazı ile paylaşıyorum ki  isterlerse bu bölümü kolayca atlayabilsinler: “Bugün anlaşıldı ki genetik dizinin anahtar bölgelerine yapışık olan kimyasal işaretler sadece genlerin okunuş şeklini etkilemekle kalmıyor aynı zamanda çevresel etkilere karşı verdiğimiz cevabı da değiştirebiliyor. Dahası bir jenerasyondan diğerine transfer edilebiliyor. Trans Jenerasyonel epigenetik kalıtım denilen bu durum,  aile ağacında ebeveynlerinin sağlığı, hayat şekli vençevresel koşullarının bile nesiller boyunca çocukların sağlığını ve gelişimini etkilemesini sağlayan yol olabilir. Değişiklikler net bir şekilde görülmesine rağmen bu durumun açıkça işleyiş mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Yuvarlak solucanlarda yapılan yeni bir çalışma yaygın bir epigenetik mutasyonun sperm aracılığı ile üç jenerasyon boyunca nasıl geçebildiğini göstermiştir ki bu da torunlarda (grand- offspring) gen aktivitesini ve gelişimi etkilemektedir. İnsanlarda bu şekilde uzun ömürlü bir genetik hafızanın kanıtları kısıtlı (yetersiz) olsa da yuvarlak solucanlarla (Caenorhabditis elegans) ilgili bu çalışma epey açıklayıcıdır.

California Üniversitesinde moleküler ve hücre biyolojisi olan Susan Strome (santa cruz da ) ; Bu sonuçlar sperm ile geçen histone mark ları ve gen expresyonu ile çocukların ve torunların gelişimi arasında sebep- etki ilişkisi kurmaktadır." demiştir. Epigenetik değişiklikler, genetik komutların ne zaman ve nasıl sıralanacağını yöneten, çeşitli formlarda olan DNA ya eklenen moleküler donanım lardır. Eğer genomu okuyan hücre makinesi bulky molekuller önüne çıktığı için belli genlere ulaşamaz ise; bu genler proteinlere deşifre olamaz. Major protein komplekslerinin etrafındaki DNA sarmalının uzun ipliğine histone adı verilir. Histone proteinler yeterli sıklıkta olduğunda benzer susturucu etkiye sahip olabilir.  Çalışmanın ana odağı, sırası ile bu bölgedeki genleri kapatarak DNA'nın daha sert olmasına neden olan histone proteini üzerindeki bir epigenetik işaret idi . Araştırmacılar, c elegans (yuvarlak solucan) spermlerinin kromozomlarından bu histone marking leri çıkarmış ve bunlar sonradan kromozomları tamamen işaretli yumurtaları döllemek için kullanılmıştır. Daha sonra oluşan çocuklardaki gen aktivite seviyesine bakılmıştır ve spermden kalıtsal olarak geçen kromozomlardaki genlerin baskılanmadığı görülmüştür. Bazı genler istisnai olarak açılmış ve bastırıcı işaret eksik kalmıştır, kalan genomlar ise bu işareti geri kazanmıştır ve bu pattern torunlara geçmiştir." diyor Strome. Bu DNA paketinin paterni eşey hücre öncülerinde (germline) oluşursa potansiyel olarak birçok jenerasyona geçebileceğini spekule etmekteyiz... Birkaç nadir ve önemli insan çalışmasında büyük anne ve babaların yiyeceğe erişiminin 2 jenerasyon boyunca torunlarının sağlığını etkilediği kanıtlanmıştır. Diğer bir araştırma da sigara kullanma alışkanlığı dahil olmak üzere anne tarafından geçen sağlık ve çocuklukta astım geçirme arasındaki ilişkiye bakmıştır veya erken dönem çocukluktaki olayların nasıl ilerde kişinin sağlığını etkileyecek şekilde kişinin DNA' sına kimyasal değişiklikler yapabildiğini göstermiştir.

 

Epigenetik işaretlerin etkilerini genetik, kültürel ve davranışsal etkilerden ayırt etmek de büyük bir zorluktur. Genetiği nesillerce süregelen sosyal etkilerden ve çevresel koşullardan nasıl ayırmaya başlarsın? Strome ve meslektaşları yayınlanan makalelerinde "Epigenetik kalıtımın gelecek nesillerin gelişimini ve sağlığını nasıl şekillendirdiğini aydınlatmakta bunun gibi hayvan çalışmalarının yardımcı olmasının sebebi budur; demiştir. Araştırmacılar bulgularının laboratuvarda yetişen memeli hücreleri yansıttığını ve son zamanlarda yapılan diğer çalışmalarda spermden kalıtım yolu ile geçen histon işaretlerin farelerde ayırt edici özellik olduğunu öne sürdüğünü söylemektedir. Bu paralellikler bu mekanizmanın aynı zamanda insanlara kadar genişletilebileceği anlamına gelebilir. Fakat epigenetik kalıtımın nesiller boyunca nasıl  işlediği veya işleyip işlemediği gibi hala bilmediğimiz çok şey bulunmaktadır. Bu gibi soruları insanlarda araştırmanın etik ve lojistik zorluğu düşünülünce bulana kadar daha çok zaman gerekebilir. Aslında bana şahsen sorarsanız çok iddialı olsa da şunu var sayabilirim: Varoluş çok yüksek bir zekaya sahip ve bu zeka zor bir deneyimle baş edebilme gücümüzün, potansiyelimizin, sinir sistemi dayanıklılığımızın, yaşam becerilerimizin nesilden nesile aktarılmasını istiyor olsa gerek… Evet, henüz sindirilmemiş travmalarımız da bunun bir parçası, bu bir bela ya da taşınacak sıkıntı değil aynı zamanda büyüme, zenginleşme, güçlenme kapasitemiz... Bu hikayenin içinde hala eksik bölümler var mı var çünkü bu aktarımın tam olarak nasıl olduğu hala araştırılıyor,  ancak bu bize bu hikayenin var olmadığını söyleme hakkı vermez. Tıpkı televizyona gelen görüntünün nasıl geldiğini henüz anlayamadığımızda bu görüntü yok diyemeyeceğimiz gibi.

Zaten, bilimin bizzat kendisi ve araştırmalar bile yeniden yeniden değerlendirmeye açıktır. İnsanlığın, dünyanın düz olduğu bilgisini çok sonra bırakması gibi, bilim gerçekliği aramaya, değiştirmeye ve anlamaya devam eder.  Çünkü aslında bence, bilimin özü yanlış fikirlere, önyargılara sahip olabileceğimizin derin farkındalığını anlatır bize ve her zaman yolculuk vizyon ve gerçekliğe yönelik arayışla mümkündür.. Dünyayı, insanoğlunu ve o görünmeyen bağlarımızı daha iyi anlamak için. Çünkü kimsenin itiraz
edemeyeceği bir gerçektir ki, insanlık pek çok konuyu çözmüş olsa da varoluş hala bilinenden çok daha fazla soruya ve gizeme sahip… Ve evet, belki de o hiç anlamlandıramadığın depresyonun ya da öfken senin aslında o hiç tanımadığın büyükbabandan ya da  büyükannenden aktarılmış olabilir... Ve belki de bu açıklık yaşamımızda bir dönüşüm çağrısıdır…

 

DEVANİ DİLEK YILDIZ IŞIK

KAYNAKLAR
1* Definition of Epigenetics". MedicineNet.com / /  Alice Park "Junk DNA- Not so Useless after all"
healtland.time.com  //   Danny Vendramini  " Noncoding DNA and the Teem Theory of Inheritance,
Emotions and Innate Behavior" Medical Hypotheses (64-2005)
2* David Samuels "Do Jews Carry Trauma in our Genes? A conversation with Rachel Yehuda  // Jamie
Hackett " Scientists Discover How Epigenetic  Information Could be inherited" Research, University of
Cambridge January 25, 2013
3* Judith Shulevitz " The Science of Suffering" The New Republic November 16, 2014  // Josie
Glausiusz " Searching Chromosomes for the Legacy of Trauma" Nature, June 11, 2014
4* Linda Geddes "Fear of a Smell Can Be Passed Down Several Generations" New Scientist, December
1, 2013  //  Dias and Ressler "Parental Olfactory Experience Influences Behaviour and
Neural Structure in Subsequent Generations"
5* Sperm-inherited H3k27ME3 epialleles are transmitted transgenerationally in cis. 2022 sep 26 //
Caenorhabditis elegans SET1/COMPASS mAİNTAİNS Germline Identity by Preventing Transcriptional
Deregulation Across Generations. 2020 Sep. 22


Aile Dizimi Perspektifinden Romantik İlişkiler

Kalıcı, mutlu romantik ilişki için ne gerekir? Romantik ilişkide birbirinin ebeveyni gibi bağ kurmak yerine nasıl bağ kurmak gerekir?


Aile Dizimi Perspektifinden 5 Soru - Cevap

Devani Dilek Yıldız Işık ve Selmin Gök ile sohbet serisinin son videosu... Aile dizimi perspektifinden 5 farklı soru 5 farklı cevap.


Aile Dizimi Perspektifinden Anne ve Babamızla İlişkimiz

Annemizle ilişkimiz hayatımızda neyi temsil eder, babamızla olan ilişkimizin erişkin hayatımıza yansımaları nelerdir?
Selmin Gök'ün soruları ve Devani Dilek'in görüşleriyle köklerimizin bugünümüze yansımaları üzerine...


Anne - Babayı Sevmek ya da Sevmemek

Sevgisel Şeyler Bölüm 4

Kurucumuz Devani Dilek ve İstanbul Healing Academy'den Veysi Sala  bu hafta Anne - Baba şiddeti, onları sevmek, "Anne-babayı sevmezsen kimseyi sevemezsin" ya da "Anneni-babanı affet" gibi aile diziminde yapılan yanlışlar üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdiler. İyi seyirler dileriz.