Travmalarımız Kuşaklararası bize geçen miras olabilir mi?
Son yıllarda nörobilim (sinir bilimi), hücresel biyoloji ve epigenetik alanlarında travmayı daha iyi anlamak için yapılan araştırmalar ufkumuzu genişleterek, bakışımızı önceki nesillere de çevirtmeye başlamıştır. Pek çok yeni araştırma, yaşadığımız travma modelinin ve acının önceki nesiller incelendiğinde daha çok anlam kazanabileceğini ve bunu incelemenin önemini vurgulamaktadır. Benim de hocam olması şansına sahip olduğum Alman psikoterapist Bert Hellinger’in Aile Dizimi yöntemi kişiyi tam da bu anlamda bir bakış açısıyla değerlendirir. Aile Dizimi kişiyi, tek başına bir birey olarak değil, aynı zamanda içine doğduğu aile sisteminin önceki kuşaklardan ona aktardıkları ve
onlarla olan bağıyla tanımlar ve görür. Böylece bugün yaşadığımız zorlukların bazıları geçmişte yaşananların farkındalığıyla daha açıklayıcı ve yol gösterici şekilde anlamlandırılır. Psikolojideki aile genogramı gibi önceki nesillerin (büyükanne, büyükbabalar, onların ebeveynleri vb.) yaşadığı karakteristik olayları, zorlukları, travmaları, hatta bu travmalara hangi yaşta maruz kaldıkları gibi yaşanmışlıkları göz önüne alır ve değerlendirir. Bugüne ve kişiye bu bilgiler ışığında daha büyük bir pencereden bakar. Bert Hellinger Aile Dizimi metodunu Psikoterapist Virginia Satir Aile Heykeli, Moreno'nun Psikodrama, Transaksiyonel Analiz gibi pek çok farklı yöntemlerden de esinlenerek
geliştirmiştir.
Aslında ilk bakışta “travma nasıl aktarılabilir ki” deyip inanmasak ve henüz bilimsel araştırmalara bakmamış olsak bile, size şunu hatırlatmak isterim; Çok nettir ki, bir insanın, babaannesinden göz rengini, hiç tanımadığı babasından yürüyüş tarzını, dedesinden müzik yeteneğini miras aldı denmesi kimseyi şaşırtmaz. Oysa ailemde üç nesil boyunca yaşanmış kıtlık korkusunu, çok erken yaşanmış kayıpların ardından tutulamayan yası, mecburen göçmek zorunda kaldıkları için yaşanan korkuyu, öfkeyi onları hiç tanımasam da ben de içimde hissediyorum dediğimde buna şaşırıyor olmanız olasıdır. Hatta hiç olur mu öyle şey, bu saçmalık bile diyebilirsiniz. İşte tam da bu noktada, ben bu
yazıda size en temel araştırma ve bilgiler üzerinden paylaşımlar yapmak istiyorum. Belki bunları okuduktan kalbinize ve aklınıza tekrar sorun diye… Anneanneniz annenize hamileyken, sizin gelecekte yaşamınızı oluşturacak olan, öncü yumurta hücreleri annenizin yumurtalıklarında mevcuttur. Aynı şekilde babanızın size hayat verecek sperm hücreleri de babanız daha babaannenizin rahmindeyken mevcuttur. Bu üç neslin aynı biyolojik ortamı paylaştığı gerçeği embriyolojide çok uzun süredir bilinen bir gerçekliktir. Aynı çevresel ortama maruz kalmış, hiç zorlanmadan duyguların biyolojik olarak iletilebileceği aynı ortamı paylaşan bu 3 kuşağın bir anlamda tek bedende olmasının bir an için bile görüntüsünü gözünüzde canlandırsanız, aslında sadece bu bile çarpıcı bir gerçekliğin ispat fotoğrafı olabilir mi?
Hücre biyolojisi uzmanı Bruce Lipton, DNA dizisinde herhangi bir değişiklik meydana getirmeden gerçekleşen kalıtsal değişimlerle ilgili çalışmasında (eski araştırmalarda, Kromozomal DNA yoluyla genetik fiziksel özelliklerimizin aktarıldığı ancak bunun DNA’mızın sadece % 2’sinden az kısmı ile yapıldığına inanılıyor, kalan DNA çöp olarak değerlendiriliyordu) kodlanamayan diye geçen kalan % 98 DNA’mızın kalıtımla aldığımız duygusal, davranışsal karakter özelliklerimizden sorumlu olduğunu
söylemektedir. *1
Rachel Yehuda, New York'ta Tıp Fakültesinde Psikiyatri ve Nörobilim alanlarında profesördür ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarındandır. Yehuda ve ekibinin araştırmaları ve bu konuda yapılan diğer çalışmalar bu kodlanmayan DNA’ların yaşamsal değişimler ya da zorluklarla DNA’ya eklenen ve hücreye belirli bir geni susturmasını ya da aktifleştirme sini söyleyen epigenetik işaretler olarak bilinen kimyasal sinyallerle oluştuğunu söylemektedir. Yani DNA dizisi değişmez ancak bu epigenetik işaretlerle işlevi değişir ve yine araştırmalar göstermiştir ki bu durum sonraki yaşamlarımızda stresle bağımızı, verdiğimiz tepkileri değiştirir ve düzenler. *2
Yehuda ve araştırma ekibinin stres modellerinin aktarıldığı pek çok alanda yaptığı tarihi çalışmalardan biri de yıllarca Nazi soykırımdan kurtulanlar ve onların çocuklarının nörobiyolojisini incelemektir. Kortizol genel olarak “stres hormonu” olarak bilinir. Yehuda ve ekibinin araştırmaları soykırımdan kurtulmuş TSSB bozukluğu olan kişilerin ve onların çocuklarının benzer bozuk kortizol seviyesine sahip olduklarını göstermiştir. Bu deneyimlerden gelen ailelerde sonraki kuşaklarda, stres kaynaklı pek çok semptoma, kronik ağrı, kronik yorgunluk, majör depresyon, anksiyete gibi pek çok travmaya sahip ya da yatkın olduklarını saptamıştır. *3 Örneğin savaş yaşamış bir ebeveynin sonraki kuşaklarında sese aşırı duyarlılık, genelde bir tetikte olma hali, stresli olma hali şeklinde yansımaları saptanmıştır. Bu durumun sadece savaş gibi kitlesel büyüklükte bir travma olmasına gerek yoktur. Ailelerimizin içinde yaşanmış suç, intihar, erken kayıp, erken evden ayrılma gibi sinir sistemlerinin sindirmesinin zor olduğu yaşanmış pek çok deneyimin bu aktarımı etkilediği görülmüştür.
Burada fareler üzerinde yapılmış olan bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Bir nesil fare yaklaşık üç ay yaşadığı için kısa sürede jenerasyonlar arası aktarımlar için sonuçlar almak çok daha kolaydır. Bu nedenle çok basit ama açık ve net eski çalışmalardan biri ise fareler üzerine yapılan araştırmalardan biridir. Atlanta Emory Üniversitesinde 2013 yılında yapılan DNA da meydana gelen epigenetik değişimler yoluyla nesiller arası aktarımı anlamak üzere yapılan bir araştırmada erkek farelere kiraz çiçeği kokusu koklattıkları an aynı zamanda elektro şok vermişlerdir. Bu deneye maruz kalan farelerin spermlerinde değişimler saptamışlar. Bu elektroşok alan farelerin spermini ise hiçbir stres faktörüyle karşılaşmamış dişi farelerle döllemişler. Bu döllemeden doğan yeni nesil fareleri bireysel olarak hiçbir strese maruz bırakmamışlar. Buna rağmen bu yeni nesilde doğan yavru fareler sadece kiraz çiçeği koklatıldıklarında sanki çok büyük bir stres yaşıyormuş gibi tepkiler vermişler. Beyin ve burunlarının korku tepkisiyle
ilgili bölümlerinde strese bağlı yüksek değerler saptanmıştır. Bu yavruların da yavrularını döllediklerinde araştırma sonuçlarının aynı şekilde olduğu görülmüştür. *4
Son yıllardaki epigenetik araştırmalar jenerasyonlar arası aktarımı gösteren bu ve benzeri pek çok araştırmaya sahiptir. Dr Eric Nestler JAMA psikiyatri dergisinde "Depresyonun Epigenetik Mekanizması” adlı makalesinde “Gerçeği söylemek gerekirse, stresli yaşam olaylarının sonraki nesillerde strese yatkınlığı değiştirdiği görülmüştür” der. Son dönemde PNAS da yayınlanmış araştırma makalelerinden *5 derlenmiş büyük ebeveynlerimizin yaşadığı olayların bizim genlerimizi nasıl değiştirdiğine dair çok daha net bir yazıyı da aşağıda kısaltarak asistan arkadaşımla Türkçeye çevirmeye çalıştık. Yazı Sciencealert dergisinde de yayınlanmıştır. Aşağıdaki cümleler bu makaleden alınmıştır. Teknik terimlerden sıkılabilecek okuyucu için bu makaleden alıntı olan bölümü italik yazı ile paylaşıyorum ki isterlerse bu bölümü kolayca atlayabilsinler: “Bugün anlaşıldı ki genetik dizinin anahtar bölgelerine yapışık olan kimyasal işaretler sadece genlerin okunuş şeklini etkilemekle kalmıyor aynı zamanda çevresel etkilere karşı verdiğimiz cevabı da değiştirebiliyor. Dahası bir jenerasyondan diğerine transfer edilebiliyor. Trans Jenerasyonel epigenetik kalıtım denilen bu durum, aile ağacında ebeveynlerinin sağlığı, hayat şekli vençevresel koşullarının bile nesiller boyunca çocukların sağlığını ve gelişimini etkilemesini sağlayan yol olabilir. Değişiklikler net bir şekilde görülmesine rağmen bu durumun açıkça işleyiş mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Yuvarlak solucanlarda yapılan yeni bir çalışma yaygın bir epigenetik mutasyonun sperm aracılığı ile üç jenerasyon boyunca nasıl geçebildiğini göstermiştir ki bu da torunlarda (grand- offspring) gen aktivitesini ve gelişimi etkilemektedir. İnsanlarda bu şekilde uzun ömürlü bir genetik hafızanın kanıtları kısıtlı (yetersiz) olsa da yuvarlak solucanlarla (Caenorhabditis elegans) ilgili bu çalışma epey açıklayıcıdır.
California Üniversitesinde moleküler ve hücre biyolojisi olan Susan Strome (santa cruz da ) ; Bu sonuçlar sperm ile geçen histone mark ları ve gen expresyonu ile çocukların ve torunların gelişimi arasında sebep- etki ilişkisi kurmaktadır." demiştir. Epigenetik değişiklikler, genetik komutların ne zaman ve nasıl sıralanacağını yöneten, çeşitli formlarda olan DNA ya eklenen moleküler donanım lardır. Eğer genomu okuyan hücre makinesi bulky molekuller önüne çıktığı için belli genlere ulaşamaz ise; bu genler proteinlere deşifre olamaz. Major protein komplekslerinin etrafındaki DNA sarmalının uzun ipliğine histone adı verilir. Histone proteinler yeterli sıklıkta olduğunda benzer susturucu etkiye sahip olabilir. Çalışmanın ana odağı, sırası ile bu bölgedeki genleri kapatarak DNA'nın daha sert olmasına neden olan histone proteini üzerindeki bir epigenetik işaret idi . Araştırmacılar, c elegans (yuvarlak solucan) spermlerinin kromozomlarından bu histone marking leri çıkarmış ve bunlar sonradan kromozomları tamamen işaretli yumurtaları döllemek için kullanılmıştır. Daha sonra oluşan çocuklardaki gen aktivite seviyesine bakılmıştır ve spermden kalıtsal olarak geçen kromozomlardaki genlerin baskılanmadığı görülmüştür. Bazı genler istisnai olarak açılmış ve bastırıcı işaret eksik kalmıştır, kalan genomlar ise bu işareti geri kazanmıştır ve bu pattern torunlara geçmiştir." diyor Strome. Bu DNA paketinin paterni eşey hücre öncülerinde (germline) oluşursa potansiyel olarak birçok jenerasyona geçebileceğini spekule etmekteyiz... Birkaç nadir ve önemli insan çalışmasında büyük anne ve babaların yiyeceğe erişiminin 2 jenerasyon boyunca torunlarının sağlığını etkilediği kanıtlanmıştır. Diğer bir araştırma da sigara kullanma alışkanlığı dahil olmak üzere anne tarafından geçen sağlık ve çocuklukta astım geçirme arasındaki ilişkiye bakmıştır veya erken dönem çocukluktaki olayların nasıl ilerde kişinin sağlığını etkileyecek şekilde kişinin DNA' sına kimyasal değişiklikler yapabildiğini göstermiştir.
Epigenetik işaretlerin etkilerini genetik, kültürel ve davranışsal etkilerden ayırt etmek de büyük bir zorluktur. Genetiği nesillerce süregelen sosyal etkilerden ve çevresel koşullardan nasıl ayırmaya başlarsın? Strome ve meslektaşları yayınlanan makalelerinde "Epigenetik kalıtımın gelecek nesillerin gelişimini ve sağlığını nasıl şekillendirdiğini aydınlatmakta bunun gibi hayvan çalışmalarının yardımcı olmasının sebebi budur; demiştir. Araştırmacılar bulgularının laboratuvarda yetişen memeli hücreleri yansıttığını ve son zamanlarda yapılan diğer çalışmalarda spermden kalıtım yolu ile geçen histon işaretlerin farelerde ayırt edici özellik olduğunu öne sürdüğünü söylemektedir. Bu paralellikler bu mekanizmanın aynı zamanda insanlara kadar genişletilebileceği anlamına gelebilir. Fakat epigenetik kalıtımın nesiller boyunca nasıl işlediği veya işleyip işlemediği gibi hala bilmediğimiz çok şey bulunmaktadır. Bu gibi soruları insanlarda araştırmanın etik ve lojistik zorluğu düşünülünce bulana kadar daha çok zaman gerekebilir. Aslında bana şahsen sorarsanız çok iddialı olsa da şunu var sayabilirim: Varoluş çok yüksek bir zekaya sahip ve bu zeka zor bir deneyimle baş edebilme gücümüzün, potansiyelimizin, sinir sistemi dayanıklılığımızın, yaşam becerilerimizin nesilden nesile aktarılmasını istiyor olsa gerek… Evet, henüz sindirilmemiş travmalarımız da bunun bir parçası, bu bir bela ya da taşınacak sıkıntı değil aynı zamanda büyüme, zenginleşme, güçlenme kapasitemiz... Bu hikayenin içinde hala eksik bölümler var mı var çünkü bu aktarımın tam olarak nasıl olduğu hala araştırılıyor, ancak bu bize bu hikayenin var olmadığını söyleme hakkı vermez. Tıpkı televizyona gelen görüntünün nasıl geldiğini henüz anlayamadığımızda bu görüntü yok diyemeyeceğimiz gibi.
Zaten, bilimin bizzat kendisi ve araştırmalar bile yeniden yeniden değerlendirmeye açıktır. İnsanlığın, dünyanın düz olduğu bilgisini çok sonra bırakması gibi, bilim gerçekliği aramaya, değiştirmeye ve anlamaya devam eder. Çünkü aslında bence, bilimin özü yanlış fikirlere, önyargılara sahip olabileceğimizin derin farkındalığını anlatır bize ve her zaman yolculuk vizyon ve gerçekliğe yönelik arayışla mümkündür.. Dünyayı, insanoğlunu ve o görünmeyen bağlarımızı daha iyi anlamak için. Çünkü kimsenin itiraz
edemeyeceği bir gerçektir ki, insanlık pek çok konuyu çözmüş olsa da varoluş hala bilinenden çok daha fazla soruya ve gizeme sahip… Ve evet, belki de o hiç anlamlandıramadığın depresyonun ya da öfken senin aslında o hiç tanımadığın büyükbabandan ya da büyükannenden aktarılmış olabilir... Ve belki de bu açıklık yaşamımızda bir dönüşüm çağrısıdır…
DEVANİ DİLEK YILDIZ IŞIK
KAYNAKLAR
1* Definition of Epigenetics". MedicineNet.com / / Alice Park "Junk DNA- Not so Useless after all"
healtland.time.com // Danny Vendramini " Noncoding DNA and the Teem Theory of Inheritance,
Emotions and Innate Behavior" Medical Hypotheses (64-2005)
2* David Samuels "Do Jews Carry Trauma in our Genes? A conversation with Rachel Yehuda // Jamie
Hackett " Scientists Discover How Epigenetic Information Could be inherited" Research, University of
Cambridge January 25, 2013
3* Judith Shulevitz " The Science of Suffering" The New Republic November 16, 2014 // Josie
Glausiusz " Searching Chromosomes for the Legacy of Trauma" Nature, June 11, 2014
4* Linda Geddes "Fear of a Smell Can Be Passed Down Several Generations" New Scientist, December
1, 2013 // Dias and Ressler "Parental Olfactory Experience Influences Behaviour and
Neural Structure in Subsequent Generations"
5* Sperm-inherited H3k27ME3 epialleles are transmitted transgenerationally in cis. 2022 sep 26 //
Caenorhabditis elegans SET1/COMPASS mAİNTAİNS Germline Identity by Preventing Transcriptional
Deregulation Across Generations. 2020 Sep. 22