Aşağıdaki röportaj Melike Esra Karayel tarafından Devani Dilek Yıldız ile yapılmış ve Pozitif Dergisi'nin 2021 yılı Şubat sayısında yayınlanmıştır.
Brene Brown kırılganlık cesaret utanç ve değerlilik üzerine küresel bir söyleşi başlattı. Bu çalışmalar derin bir gerçeği ortaya çıkardı: Kırılganlık sonuç garantili değilken ortaya çıkıp görülmeye istekli olmak, daha fazla sevgiye, aidiyete, yaratıcılığa ve mutluluğa giden tek yol. Melike Esra Kareyel.
Hikayelerimizi reddettiğimizde onlar, bizi tanımlar hikayelerimizi sahiplendiğimizde sonu yazmak bizim elimizde olur. Brene Brown
Hem kendi yaşamın hem de hayatıma bir şekilde dokunan insanlarda gördüm ki hayatta pek çok şey utanç tarafından yönlendiriliyor. Bunu fark etmek ise yaşamımızda büyük bir değişimin başladığı an. Bilgiyi bilgeliğe dönüştürmek için utanç alanında yaptığı çalışmalara Brene Brown'un çalışmaları çok değer kattı. Brown kırılganlık, cesaret, utanç ve değerlilik üzerine küresel bir söyleşi başlattı. Bu çalışmalar ise derin bir gerçeği ortaya çıkardı: Kırılganlık sonuç garantili değilken ortaya çıkıp görülmeye istekli olmak, daha fazla sevgiye, aidiyete, yaratıcılığa ve mutluluğa giden tek yol... Ama cesurca yaşamak her zaman kolay değildir. Tökezlememiz ve düşmemiz kaçınılmazdır. Öyle görünüyor ki bu anlar aslında cesaretimizin sınandığı ve değerlerimizin pekiştiği anlar. Aslında utanç konusunda ne kadar derin çalışmalar yaparsak, kendimizi tanırsak, yaşamda o kadar sağlıklı ilişkiler kurup yolumuzu açıyoruz. Brene Brown çalışmalarını yakından takip eden sevgili TheHome Workshops kurucusu Devani Dilek Yıldız ile utanç konusunu sizler için farklı açılardan ele aldık. Yıldız, Almanya'da 3 yıl Dr. Peter Levine'nin kurduğu Somatic Experience Enstitütüsü'nde bu alanda eğitimler aldı. Svagito Liebermeister'ın dünyadaki en tecrübeli öğrencilerinden biri. Aile Dizimi, Danışmanlığın Zen Yolu, Travma, Pulsation gibi terapistlik eğitimleri düzenliyor.
Utancı nasıl tanımlıyorsunuz?
Aslında sanırım burada daha çok toksik olup tüm yaşamımızı, davranışlarımıza etkileyen utançtan bahsediyoruz. Yoksa mesela birinin yaşamına zarar verecek bir şey yaparız ve utanç duyarız. Buradaki utanç, yaptığımızdan öğrenmemizi sağlayacak, bir sonrakinde daha iyi bir hareket yapmamıza yardım eden sağlıklı bir utanç durumu olabilir. Tüm benliğimizi, varlığımızı kaplamaz. Yapılan hareketin yanlış olduğunu fark ederiz. Belki bununla ilgili sorumluluk alırız ya da bu deneyimle gelecekte daha iyisini yapmaya motive oluruz. Bu bizi gelişmeye yönlendiren bir deneyim olabilir. Oysa bizim burada bahsettiğimiz kendimizi yanlış, yetersiz hissettiğimiz başkalarıyla kıyaslayıp hiçbir zaman yeterince iyi olamadığımız (ya da başkalarından üstün olduğumuz), arızalı (bende yanlış bir şey var hissi), işe yaramaz, kapasitesiz, olması gerektiği kadar iyi olamayan vb. gibi kendimizi sürekli yargıladığınız deneyimlerle yaşamımıza etkisi altına alan başka bir utancı alanı. Bu alan istisnasız hepimizin yaşamında çok güçlü bir toksik etken ve bizleri bir kabuğun içinde yalnızlığa (fiziksel olarak birlikte olsak bile kalbimizin karşılıklı pek de açık olamadığı, derinliği olmayan ilişkilerde), izolasyona iten bir durumdur. Bu; işimiz, arkadaşımız, ailemizle, sevgilimiz ya da eşimizle olan ilişkimizde olan ilişkilerimizde de bu şekilde deneyimlenebilir.
Yoğun güvensizlikler içinde kendimizi yargıladığımız ve bütün bu varlığımızı etki altına alan "bende bir yanlış var" hissinden bahsediyoruz. Bu çok güçlü bir hipnoz hali içinde kaybolduğumuz bir alan. Biz doğal bir yaşam enerjisi, neşe, merak, açık kalplilik, güven ve masumiyet hisleriyle doğuyoruz. Çoğu zaman bir bebeği gözlemlersek bunları çok rahat fark edebiliriz. Ancak yolculuğumuzda bir yerde, bir şekilde bu gerçek var oluşumuzdan uzaklaşıp kayboluyoruz. Özellikle çocukken korku ve güvensizlik hislerinin kırılganlığı bize tolere edebileceğimizden fazla geldiyse, var olduğumuz, tam olduğumuz halimizle yeterince görülüp sevilip desteklenmediysek, bir korunma mekanizması yaratıyor ve içsel olarak da ikiye bölünüyoruz. Hem kendi duygularımızı hissetmekten uzaklaşıyor hem de kendimizi diğer insanlardan uzaklaştıracak koruma kalkanları, savunma mekanizmaları geliştiriyoruz. Yaşamdaki bize ait doğuştan gelen hediyelerimizden yeteneklerimizi hissetmekten korktuğumuz bir yerdir bu. Varoluşta kim olduğumuz bilgisinden koparız. Sanki kocaman bir kimlik ve varoluş krizidir. İçsel olarak burada, bu dünyaya olmayı hak etmemiz ile ilgili bile sorgulamalar getirir.
Bu duygunun kaynağı nedir?
Çocukluk deneyimlerimiz utancın en temel kaynağıdır. Sadece birkaç tanesini sayarsak: Travma ya da taciz deneyimi, yaşamda tam olduğumuz halimizle sevgi ile karşılandığımızı hissedememek, ebeveynlerimiz ya da bize bakın veren önemli kişilerin, "bunu yaparsan, böyle olursan seni severim." gibi sevgide şartlı yaklaşımı, anne babamızı erken kaybetmek ya da boşanma sırasında yeterince sağlıklı geçiş yapamayan çiftlerin çocuğu olmak, anne, baba ve bize yakın bakım verenler ya da öğretmenlerimiz tarafından sürekli yargılanmak ve kritize edilmek, yetenek ve sınırlarımızın başkalarıyla karşılaştırıldığı bir ortamda büyümek, yoğun utanç taşıyan ebeveynlere sahip olmak...
Bedenimizde nasıl hissederiz?
Çoğu zaman utancı hissetmek o kadar fazla gelir ki bedenimizle bağlantımızı kesmek, onu hiç hissetmemek daha kolay gelir. Bedenimizi hissetmez oluruz ve bunun da farkında değilizdir. Uyuşuruz sanki... Belki siz de hatırlayabilirsiniz. Birinin bir tutumu, bir sözü karşısında kulaklarınızın çınladığını, sanki oradan kaybolmak istediğinizi, enerjinizin küçüldüğünü, hatta görünmez olmak, yok olmak istediğinizi... Ya da hiçbir şey hissetmez oluruz ve bunun farkında değilizdir. Bazen de utanç o kadar ağır hale gelir ki sanki üzerimizde çok ağır keçe bir battaniye örtülmüş gibi hissederiz, altından hiç kalkamayacağımız. Düşük yaşam enerjisi ve motivasyon eksikliği, aslında fiziksel olarak yorulmamış bile olsak yorgun hissetmek, titrek olmak... Bu durum göğsümüzde, karnımızda kasılma bedenimizde ağrı ya da hastalık şeklinde, bazen de öfke ile gösterebilir kendini. Çaresiz, utanç dolu hissetmektense öfkelenebiliriz.
En önemlisi de diğer insanlardan, hatta tüm dünyadan ayrı hissederiz kendimizi. En acı olan da budur çünkü insan olarak en temel ihtiyaçlarımızdan biri bağlantı içinde olmak ve yakın ilişkiler kurabilmek.
Utancın suçlulukla bağlantısı var mı?
Yeni bir şeylere başlayabilmekte zorlanırız. Bazen her şey fazla gelir. En küçük şey bile. Hayata ve konulara ümitsiz bakma, kendimize ve diğer insanlara karşı yargılı olma ve negatif yaklaşma, "kimse beni sevmiyor, ben sevilmeyi hak etmiyorum, hiçbir zaman yeterince iyi olamayacağım, hep en iyi olmak zorundayım" gibi... Ya da hep kendini geliştirmek zorunda hissetmek (kendimize bir insan olarak değil de bir proje bir iş gibi bakmak) söz konusu olabilir. Bazen de kendimizi ne kadar yargıladığımızın farkında bile değilizdir. Ancak kendimize utancı anlamaya ve derinden incelemeye açtığımızda bunu fark etmeye başlarız. Utancın olduğu bu alandan suçlu hissetme ya da çok yakınızdır ("insanlar bana saygı duymayacak çünkü aptal bir şey söyledim, yaptım" gibi). Hep daha iyisini yapabilirdim ama yapamadım hissi ve suçlaması vardır içimizde. Bazen de utancı hissetmektense başkalarını suçlamaya meyilli oluruz.
Utanç hissettiğimizde ya da hissetmemek için neler yaparız? Davranışlarımıza nasıl yansır?
Kendimizden, değerlerimizden, kendi gerçekliğimizden ödünler veririz. Sınır koymakta, istemediğimiz bir konuda hayır demekle zorlanırız. Bizi aşağılayan ya da bizim için yeterince müsait ve orada olmayan insanlara çekiliriz. Sürekli ilgi isteyen biri olabiliriz (içte olmayan güveni doldurmak için), dürüst olmaktan uzaklaşırız, uyuşturucu olabilecek davranışlara girebiliriz (aşırı yemek, alışveriş, alkol vb.). Bir şeylere başladığımızda kolayca vazgeçeriz. Kendimizi ve değerimiz sabote edecek davranışlar ve seçimler yaparız. Mesela utancımız bizim kötü, şiddet içeren bir ilişkide kalmamıza sebep olur ("hak ettiğim sadece bu" der içimizde bir parça). İşin acı yanı: kendimizden, içsel gücümüzden, varlığımızdan koptuğumuz için bütün odağımız dışarıya ve dışımızdaki insanların bizim nasıl biri olmamızı istediğine gider. Bir kısır döngü gibi özümüzden, kendi gerçekliğimizden yaşayabileceğimiz bir hayat yerine, çok daha yoğun bir şekilde etrafımızdaki diğer insanların bizden istediklerine yönelik bir hayat yaşamaya başlarız. Sonra da daha iyi bir hayata sahip olamıyoruz diye kendimizi suçlar kızarız. Kendimizi diğer insanlardan uzak tutmaya başlar, izole ederiz.
GÜVENEBİLECEĞİNİZ KİŞİLERDEN YARDIM İSTEYİN.
Utancı hayatımızdan nasıl çıkartabiliriz, onu iyileştirebiliriz?
Utanç ile ilgili yapılacak ilk iş öncelikle hepimizin yaşamına nasıl bir güçle nüfuz ettiğini anlamak. Hepimiz aynı gemideyiz. Hikayelerimiz az ya da çok olsa da hepimiz bundan payımıza aldık. Maalesef pek çok pazarlama bile bu yaramız üzerinden yapılmakta. "Bu arabayı, bu telefonu alırsan kadınlar sana bakacak (yoksa eksiksin)", "bu elbiseyi alırsan, bu ayakkabıyı giyersen, bu bedende olursan erkekler sana bakacak (yoksa hak etmiyorsun)" gibi.
Bu çok acı tabi. Umuyorum ki artık buna uyanmanın vakti geldi. Bireysel olarak yaşamımıza etkisini anladıktan sonra ilk adımımız, bizi utanca doğru sürükleyen kendimize özel dinamiklerin farkına varmaya başlamak. Bu herkes için farklı olabilir. Utançla birlikte gelen "böyle olmalıyım" düşüncesini fark etmek, ona kapılıp gitmemek, güvenli hissettiğimiz alanlarda ve kişilerle (mesela grup çalışması olabilir) genişlemeye ve risk almaya izin vermek (utancımızı paylaşmak, kırılganlığa açılmak)... Güvenebileceğimiz kişilerden yardım isteme riskini alabilmek, utanç duyduğumuzu düşündüğümüz yanlarımızı, deneyimlerimizi güvenli ortamlarda (bu çoğu zaman bir terapisti ya da iyi bir dost olabilir) yavaş yavaş paylaşma riski alabilmek...
Kişinin yargılanmadan dinlendiği ve kabul gördüğü, yalnız olmadığını hissedebildiği ortamları yaratabilmesi çok önemli. Bazen bulunduğumuz, sakladığımız bu kutunun içinden çıkmamız, kim olduğumuzu keşfetmemiz, kendi ışığımızı yaymamıza izin verebilmemiz için bir terapist, bir mentor yardım edebilir. Bazen geçmiş öykülerimiz o kadar güçlü ve derindir ki, bir süre düzenli yardımı almak önemli olabilir. Mindfulness egzersizleri ve meditasyon destekleyici araçlardır. İçimizdeki anne - babayı hatta içsel bilgemizi uyandırarak, onun desteği ile bu hislere şefkat ve anlayışla yaklaşmak yolculuğun önemli bir parçasıdır. Şefkat göstermek, kendimizi ya da başkalarını yargıladığımızda bunu fark etmek ve bu kanalı değiştirip dikkatimizi başka yere yöneltmek gerekir.
Bir ayna alıp meditatif bir alanda (belki sakin bir müzikle) aynada yüzümüze ve gevşek bırakmaya izin verdiğimiz gözlerimize bir süre bakabiliriz. Onları gerçekten görmeye izin vererek... Çeşitli duygular geldiyse onları kağıda dökebiliriz. Bu varoluş biçimine bakıp, "seni tam olduğun halinle seviyorum" diyebilir miyiz? Bunu yaparken de hislere bakmak lazım. Düşüncelerimizde, bedenimizde ve davranışlarımızda utancı fark etmeye başladıkça aynı zamanda mesafede koymaya başlayabiliriz. Böylelikle yaşamımız utanç atakları tarafından değil, daha özümüzden gelen en büyük potansiyelimizin olduğu bir yerden yönetilmeye ve akmaya başlar. O zaman insanlara, sevdiklerimize daha olduğumuz gibi açılma cesareti gösterebilir ve daha yakın ilişkiler yaşama şansı elde edebiliriz.