Justin, Çalışma'yı yapmak üzere bana geldiğinde yanlış anlaşılan, idealist bir genç gibi görünüyordu. Ailenizden sevgi, onay, takdir ya da herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğuna inanınca kendi yolunu bulmak kolay olmuyor. Hele onların her şeyi senin açından görmelerini isteyince (kendi iyilikleri için elbette), işler iyice zorlaşıyor. Araştırma ilerledikçe, Justin kendi yolunu çizerken ailesiyle kendi içinde barışıyor.
Justin (Alıştırma formunu okuyarak): Ailem beni kızdırıyor, üzüyor ve kafamı karıştırıyor çünkü beni yargılıyorlar. Önüme bir kalıp konmuş olmasına kızıyorum. Ailemin ve çevremin kendi yollarının tek yol olduğunu düşünmelerine kızıyorum. Onlardan en fazla sevgiyi önceden belirlenen çizgide ilerlediğimde ve onların izlememi istedikleri yolu takip ettiğimde görmeme üzülüyorum.
Katie: Güzel. Peki sonraki önerme?
Justin: Ailemin olduğu gibi olmalarını ve sevgileriyle ilgilerini benim ilerlememle ilgili kendi görüş ve fikirleri doğrultusunda kısıtlamamalarını istiyorum. Ben bu hayatta kendi gerçeğimi öğrenirken beni kabullenmelerini ve kendi hakikatimle temellerimin parçalarına buldukça beni sevmelerini istiyorum.
Katie: Güzel. Birinciyi tekrar oku.
Justin: Ailem beni kızdırıyor, üzüyor ve kafamı karıştırıyor çünkü beni yargılıyorlar.
Katie: Tamam. Üstelik yargılamak işi sırf ana babalara değil bu dünyadaki herkese ait. Bu hepimizin işi. Başka ne var ki? Her şey bir yargılama. Bana yargı olmayan bir düşünce verin. "Bu gökyüzüdür"- bu da bir yargı. Biz bunu hep yapıyoruz. Pekalâ "Ana babalar çocuklarını yargılamamalı" bu doğru mu? Gerçek nedir? Yargılıyorlar mı?
Justin: Evet.
Katie: Evet, tatlım. Onların işi bu. "Annemle babam beni yargılamamalı" düşüncesini düşününce nasıl tepki veriyorsun?
Justin: Şey, bu beni zayıflatıyor, çünkü şey yapmam gerektiğini hissediyorum... bilmiyorum, bana öğretilen bazı şeyleri kabul etmiyorum.
Katie: Soruşturmada kalalım. Zihninin bunu doğrulamak adına kanıt peşine düşmesini izle. Bunu görünce yavaşça soruya geri dön. O düşünceyi düşününce nasıl tepki veriyorsun? Seni zayıflatıyor. Başka?
Justin: Olduğum yerde kalakalıyorum ve çok korkuyorum.
Katie: "Sizin beni yargılamaktan vazgeçmenizi istiyorum," düşüncesine inandığında ve onlar seni yargılamaya. Devam ettiğinde annenle babana nasıl davranıyorsun?
Justin: İsyan ediyorum ve uzaklaşıyorum. Ve şimdiye kadar hep böyle oldu.
Katie: Evet. Peki ana-babaların çocuklarını yargılamamaları gerektiği yolundaki bu felsefenden (ki bu yüzyılların gerçeğiyle çakışıyor) vazgeçmek için bir neden görebiliyor musun?
Justin: Evet.
Katie: Peki. Şimdi senden bunca yıl sonra yapmanı istediğim bana böylesine saçma bir yalana inanmak için bir tane sende stres yaratmayan ya da aklı başında bir neden göstermen.
Justin: Şey, bu hayatının temeli. Dini bir inanç gibi.
Katie: Bu söylediğin sebep sana huzur dolu gibi geliyor mu?
Justin: Hayır. (Duraksama) Huzur dolu bir neden yok.
Katie: Bu çılgın bir inanç. İnsanlar diğerlerini yargılamaktan vazgeçmeliler. Sen hangi gezegende yaşadığını sanıyorsun? En iyisi etrafına bir bak : Dünya gezegeninde sen bizi yar- gılarsın, biz de seni. Olay budur. Temel kuralları kavradıktan sonra yaşaması zevkli bir gezegendir. Ama senin bu teorin gerçekte olan bitenle tamamen ters düşüyor. Bu delilik! Bu düşünce olmaksızın sen nasıl birisi olurdun? "Ana babamın beni yargılamamasını istiyorum," gibi delice bir düşüncen olmasa sen kim olurdun?
Justin: İç huzurum olurdu.
Katie: Evet. Tüm kozlar sende olurdu. İçindeki savaşın sonu olurdu. Ben gerçeğe aşığım. Var olanın benim için daha faydalı olduğunu nereden biliyorum? Çünkü o zaten var. Ana babalar yargılar, işte o kadar. Yaşamın boyunca bunun doğru olduğuna dair kanıt topladın. Şimdi, tatlım, tersine çevir. Bakalım neler olabiliyor? Neyin işe yaradığını görelim.
Justin: Aklım karışıyor ve üzülüyorum çünkü kendimi yargılıyorum.
Katie: Evet. Ve bir tane daha var. "Aklım karışıyor..."
Justin: Kendi kendime aklımı karıştırıp üzülüyorum çünkü ben de ana-babamı yargılıyorum.
Katie: Evet. Gel seninle bir anlaşma yapalım. Sen onları yargılamaktan vazgeçtiğinde o zaman gidip onlarla yargılamak hakkında konuşabilirsin.
Justin: Bu çok doğru.
Katie: Sen onların sana yaptığını yapmaktan vazgeçersen onlarla konuşabilirsin. Bu biraz zaman alabilir.
Justin: Şimdi hazır mıyım bilmiyorum.
Katie: Ēvet, canım. Şimdi, alıştırmadaki ikinci önermeyi oku.
Justin: Ailemin olduğu gibi olmalarını ve sevgileriyle ilgilerini görüş ve fikirleri doğrultusunda kısıtlamamalarını istiyorum.
Katie: Onlar zaten oldukları gibiler. Şana göre sevgileriyle ilgilerini kendi bakış açılarına göre kısıtlayan ve yargılayan insanlar.
Justin (gülerek): Tamam.
Katie: Onlar hep öyle olacaklar, besbelli. Bu onların işi, hayatım. Köpek havlar, kedi miyavlar ve ana-babalar yargılar. Ve onlar... başka ne yapıyorlar demiştin?
Justin: Şey, sevgileriyle ilgilerini kısıtlıyorlar...
Katie: Evet. Bu da onların işi.
Justin: Ama onlar benim ailem!
Katie: Evet, öyle. Ve kısıtlayıp yargılıyorlar. Hayatım, senin bu felsefen çok stres yüklü. Bu acaip felsefeyi sürdürmek için bana tek bir sende stres yaratmayan neden ver. Yani, bu resmen çatlaklık.
Justin: Bir süre zaten kendimi çatlak gibi hissettim.
Katiè: Eh, öyle de olması gerekir zaten. Sen kendine neyin doğru olduğunu sormadın. Peki ailenle birlikteyken bu düşünce olmaksızın nasıl birisi olurdun? Gerçekle çakışan bu düşünce olmasa kim olurdun sen?
Justin: Harika birisi olurdum! Öyle mutlu olurdum ki!
Katie: Evet. Ben olsam bunu benimserdim. Kendi deneyimim de aynı yönde.
Justin: Ama ben istiyorum ki onlar...
Katie: İstediğin kadar "ama" diyebilirsin, onlar yine de işlerini yapacaklar.
Justin: Evet.
Katie: Gerçek senin fikrini, oyunu, veya iznini beklemez, tatlım. Olduğu gibi devam eder ve bildiğini okur. "Hayır. Benim onayımı bekle!" diyebilir misin? Sanmıyorum! Bu durumda sen hep kaybedersin. Tersini çevir, olasılıklara bakalım. "Ben istiyorum ki kendim..."
Justin: Ben istiyorum ki kendim gibi olayım...
Katie: Evet.
Justin: ...ve kendime karşı sevgimle ilgimi benim ilerlememle ilgili kendi görüş ve fikirleri doğrultusunda kısıtlamasınlar istiyorum. Bu yenilir yutulur lokma değil.
Katie: Eh, öyle! Ama sen de yıllarca annenle babanın aynısını yemelerini bekledin (seyirciler gülüyor). Şimdi biraz duralım. Üstüne geldiğimin farkındayım, ama bunlar çok önemli açıklamalar. Bir hikâye olmayınca zaten hep içinde olan bu açıklamalar yüzeye çıkar. Bir tersini çevirme daha var. Sakin ol. "Ben kendimin..."
Justin (duraksar): Bunu çıkaramadım.
Katie: Yazdığını oku.
Justin: Ailemin olduğu gibi olmalarını...
Katie: "Ben kendimin..."
Justin: Ben kendim olduğum gibi olmak istiyorum ve sevgimle ilgimi...
Katie: "onların"...
Justin: ...onların benim ilerlememle ilgili kendi görüş ve fikirleri doğrultusunda kısıtlamamak istiyorum. Bu hoşuma gitti.
Katie: Evet, bu senin onların yaşamasını istediğini yaşamak oluyor.
Justin: Vazgeçmek istemiyorum, içimi allak bullak ediyor.
Katie: Öyle olması gerekiyor, tatlım. Bana fırtınayı anlat. Allak bullak olmayı. Düşüncelerin neler?
Justin: Bizim ailede on bir çocuk var, ve hepsi "Sen doğru olanı yapmıyorsun" diyorlar.
Katie: Eh, haklı olabilirler. Sen de ne yaşaman gerekiyorsa onu yaşamak istiyorsun. Kendin için neyin doğru olduğunu anlaman için belli ki on bir, on iki, hatta on üç kişinin üstüne gelmesi gerekiyor besbelli. Senin yolun sana ait, onlarinki de onlara. Bir sonraki önermene bakalım.
Justin: Ben bu hayatta kendi gerçeğimi öğrenirken beni kabullenmelerini istiyorum.
Katie: Onlar ne isterlerse onu kabullenirler. Onlar seni kendi yaşam biçimlerini kabul etmeye zorluyorlar mu? Peki bunu yapabilirler mi? On üç kişi birden seni kendi yollarında ilerlemeye ikna edebildi mi?
Justin: Eh, bu da benim işim, değil mi? Çünkü onların yaşamının temeli...
Katie: Evet ya da hayır. Seni ikna edebildiler mi?
Justin: Hayır.
Katie: O zaman sen onlarınkini kabul edemiyorsan onların seninkini edebileceklerini de nereden çıkarıyorsun?
Justin: Bu doğru.
Katie: Bunu perspektife koy. Seni on üç kişi ikna edemiyor ve sen hepsini birden ikna edebileceğini sanıyorsun? Bu bir savaşsa sen fena halde azınlıktasın.
Justin: Biliyorum.
Katie: "Onların benim yolumu kabullenmelerini istiyorum." düşüncesini düşündüğünde ve onlar bunu yapmadığında nasıl tepki veriyorsun?
Justin: Acı çekiyorum.
Katie: Evet. Yalnızlık çekiyor musun?
Justin: Ya, tabii.
Katie: Dünyadaki herkesin her dakika seni kabullenmesi gerektiği şeklindeki bu teorinden vazgeçmek için bir neden görebiliyor musun?
Justin: Vazgeçmem gerekiyor.
Katie: Ben sana vazgeç demiyorum. Sadece iyi bir neden görebiliyor musun diye soruyorum. İnsan kavramlardan vazgeçemez. Sadece soruşturmayı yaparken onlara biraz ışık tutabilirsin ve doğru olduğunu sandıklarının öyle olmadığını görürsün. Ve doğruyu bir kez gördükten sonra bir daha yalanı doğruymuş gibi algılamana olanak olmaz. Bunun bir örneğini buraya yazmışsın : "Ailemin benim yolumu kabullenmesini istiyorum." Bu ümitsiz bir durum. Bu düşünceyi düşündüğünde onlara nasıl davranıyorsun?
Justin: Uzaklaşıyorum.
Katie: "Onların benim yolumu kabullenmesini istiyorum," düşüncesi olmasa ailenle birlikteyken nasıl biri olurdun?
Justin: Dışa dönük, sevecen.
Katie: Tersine çevir.
Justin: Ben bu hayatta kendi hakikatimi öğrenirken kendimi kabullenmek istiyorum.
Katie: İşte! Bunu onlar yapmıyorsa geriye kim kalıyor? Sen. Peki, şekerim, başka bir tersine çevirme daha bulabilir misin? "Ben onları...”
Justin: Ben bu hayatta kendi hakikatlerini öğrenirken onlari kabulleņmek istiyorum.
Katie: Evet. Tüm yaptıkları da bu zaten. Onlar da senin yaptığını yapıyor. Hepimiz elimizden geleni yapıyoruz. Bir sonraki önermene bakalım.
Justin: Kendi doğrumun parçalarına eriştiğim için beni sevmelerini istiyorum...
Katie: Senin kimi sevdiğin kimi ilgilendirir?
Justin: Beni.
Katie: Onların kimi sevdiği kimi ilgilendirir?
Justin: Onları.
Katie: Zihninde onların meselelerine karışıp da kimi, niçin sevmeleri gerektiğini dayatmak nasıl bir his?
Justin: O noktada olmamam gerekiyor.
Katie: Yalnızlık yaratıyor mu?
Justin: Evet, çok.
Katie: O zaman tersine çevirelim.
Justin: Kendi doğrularının parçalarına eriştikleri için onları sevmek istiyorum.
Katie: Tam isabet! Onların doğrusu, seninki değil. Onların o kadar şahane bir yolları var ki, on üçü birden onu izliyor! Dedikleri arasında sana en çok acı verenlerden bir örnek ver bana. Sana ya da senin hakkında söyleyebilecekleri en berbat şey nedir?
Justin: Kaybolmuş olduğum.
Katie: Sen bir süreliğine kaybolduğun bir yer bulabilir misin?
Justin: Evet, tabii.
Katie: Demek ki bazen haklılar. Bir dahaki sefere "Sen kayıpsın," dediklerinde sen de "Evet, geçen gün bana da öyle geldi," diyebilirsin. Değil mi?
Justin: Evet.
Katie: Peki sana başka hangi doğru olabilecek korkunç şeyi söylüyorlar? Kendimden örnek vereyim, bana birisi bir şey söylediğinde bunun doğru olduğunu anlamamın en önemli yolu kendimi savunma isteği duyduğumu hissetmekti. Hemen bana söyleneni göz ardı ediyor, kendi beynimde onu söyleyene savaş açıp acı çekiyordum. Halbuki insanlar bana sadece doğruyu söylüyorlardı. Gerçeği seven birisi olarak, onun ne olduğunu bilmek istemez misin? Çoğu kez tam da aradığın şeydir o. Sana başka ne söylüyorlar?
Justin: Yaşadıklarımı tarif etmeye çalışırken hep sözümü kesiyorlarmış gibi hissediyorum. Bu da acı veriyor.
Katie: Tabii ki verir. Sence biz dinlemek zorunda mıyız?
Justin: Ama bu her çocuğun hakkı değil mi?
Katie: Hayır. Bu hak etmek meselesi değil. Dinlemiyorlar işte. "Burada on iki çocuk var; bizi biraz rahat bırak!" Sen "Beni dinlemeleri gerekli," düşüncesini düşününce ve onlar da dinlemeyince nasıl tepki veriyorsun?
Justin: Yalnız kalıyorum.
Katie: Peki bu düşünceyi düşününce onlara nasıl davranıyorsun?
Justin: Kendimle onların arasına mesafe koyuyorum.
Katie: Ta oralara gitmişken seni dinlemek zor olmalı!
Justin: Evet.
Katie: "Onların beni dinlemesini istiyorum, o halde uzaklaşacağım."
Justin: Evet, ne dediğinizi anlıyorum.
Katie: Şimdi bir şeyler netleşiyor mu? Bu düşünce olmasa o harika ailenin içinde sen nasıl biri olurdun? "Onların beni dinlemelerini istiyorum," düşüncesi olmasa kim olurdun?
Justin: Kendiyle barışık ve mutlu.
Katie: Başkalarını dinler miydin?
Justin: Dinlerdim.
Katie: Tersine çevirelim. Senin nasıl yaşaman gerektiğini duyalım, hayatım, ailenin değil.
Justin: Kendi doğrularımla, kendi temelimin parçalarına eriştiğim için kendimi sevmeyi istiyorum. Evet, istiyorum.
Katie: Burada bir dakika duralım... ve diğer tersine çevirmeye geçelim.
Justin: Onları kendi doğrularıyla, kendi temellerinin parçalarına eriştikleri için sevmek istiyorum. Evet. Onları kendi içlerinde mutlu oldukları için seviyorum aslında, ama... tamam, tamam (Justin ve seyirciler gülüyor).
Katie: İşte yakaladın! Bu müthiş. Senin için daha doğru olani gördün ve yargılamayı bıraktın. Güldün ve gerçekle kaldın. Peki bir sonraki önerme.
Justin: Bunun cevabını zaten biliyorum.
Katie: Aferin! Gerçeği bir kez kavrayınca, şekerim - sonu yok!
Justin: Yaptığım müziğe saygı duymalarını o kadar istiyorum ki...
Katie: Ümitsiz.
Justin: Evet, öyle.
Katie: Tersine çevir.
Justin: Ben kendi yaptığım müziğe saygı duymayı o kadar istiyorum ki.
Katie: Bir tane daha var. "Ben..."
Justin: Onların yaptığı müziğe saygı duymayı o kadar istiyorum ki?
Katie: Onların müziği şöyle : "Dinlemek istemiyoruz, anlamak istemiyoruz. Bizim yolumuza gel, bizim işimize gelen, bize faydası dokunan bu, sana dà yarayacağını biliyoruz." Bu onların müziği. Hepimizin kendi müziği var, şekerim. Eğer birisi, "Gel benim yolumdan yürü, burası çok güzel," derse, benim tek hissedeceğim bana kendi güzel bulduklarını vermeyi teklif edecek kadar beni sevdikleridir. Ama işte, başkalarının yolu her zaman bana uymayabiliyor. Ama kesinlikle benimkine eşdeğerdir. Onların kendi yollarında mutlu olmalarından çok hoşlanırım. Bütün o yollar! Diğerinden üstün olanı yok. Önünde sonunda farkına varmaya başlıyoruz. Bu karşı tarafa şöyle iletilir : "Senin yolunun seni mutlu etmesinden dolayı çok memnunum. Onu benimle paylaşmak istediğin için teşekkür ederim."
Justin: Benim işlerim yolunda olsa bunu becerebilirim. O zaman, "Senin adına mutluyum, ve kendi adıma da," demek kolay olurdu.
Katie: "Kendini bunun dışında bırak; bizi ilgilendirmiyor! Biz sadece bizim adımıza mutlu olduğun kısmını duymak istiyoruz. İşte o kadar!" Bunu duymak acı verir ama kimse seninle ilgilenmiyor, en azından senin bizimle ilgilenmeni istediğimiz kadar seninle ilgilendiğimiz yok. Şimdilik durum böyle. Bunu bilmek senin içindeki savaşı bitirebilir ve bunda öyle bir güç vardır ki, bak sana içtenlikle söylüyorum, bugün burada konuştuklarımızın gerçeği müziğine de yansıyacaktır. İstediğin bu değil mi?
Justin: Evet. Bunu daha önce göremediğime inanamıyorum.
Katie: Ah, şekerim. Ben kırk yıl göremedim, ta ki birgün gerçeğe uyanana kadar, tıpkı bugün senin yaptığın gibi. Bu her seferinde sadece bir başlangıç. Eve gidip annenden biraz seninle oturmasını isteyebilirsin. Eğer o da, "Olmaz, vaktim yok," derse, güzel! Demek ki bekleyecek bir şeyin olacak. Onunla başka bir şekilde bir araya gelmeyi deneyebilirsin. Bebeğin altını değişiyorsa "Sana yardım edebilir miyim?" diyebilirsin mesela. Ya da onunla oturup onu dinleyebilirsin, neler yaptığını izleyebilirsin. Onu kendine seçtiği yolu ve hayatını anlatmaya davet edebilir, araya senin hikâyen girmeden kendi Tann'sından ve yolundan bahsederken yüzünün nasıl da aydınlandığını seyredebilirsin. Bu sana yepyeni bir dünyanın kapılarını açabilir. Sen gerçekten ne istediğini bilirsen önün açık olur. Kimse beni ailemden mahrum edemez - benim dışımda hiç kimse. Senin bugün kurtarılacak bir ailen olmadığını fark etmene çok memnun oldum. Gördüğün gibi kendin dışında kimseyi ikna etmene gerek yok.
Justin: Bundan hoşlandım.
Katie: Formundaki son önermeye gelelim.
Justin: Kimseye sesimi duyuramamayı reddediyorum.
Katie: "Razıyım..."
Justin: Kimseye sesimi duyuramamaya razıyım.
Katie: "Hevesle bekliyorum..."
Justin: Hevesle bekliyorum... hayır, beklemiyorum... şey...
Katie: Seni duymuyorlarsa ve bu da seni üzüyorsa, Çalışmayı tekrar yap. "Beni duymaları gerekiyor" - bu doğru mu?
Justin: Hayır.
Katie: "Beni duymaları gerekiyor" düşüncesini düşününce ve onlar bunu yapmayınca nasıl tepki veriyorsun?
Justin: Berbat.
Katie: O halde, "Beni duymaları gerekiyor," yalanı olmasa, bu düşünce olmasa sen nasıl biri olurdun?
Justin: Bu çok basit bir soru, ama... Daha mutlu olurdum. Huzurlu.
Katie: "Beni duymaları gerekiyor" – tersine çevir.
Justin: Ben kendimi duymalıyım.
Katie: Bir tane daha var.
Justin: Beni duymaları gerekmiyor.
Katie: Öyle. İstemezlerse mecbur değiller. Hala bir tane daha var.
Justin: Ben onları duymalıyım.
Katie: Evet. Şarkılarını dinle. Ben çocuklarımın beni duymalarını istersem delinin biriyim demektir. Sadece ne duyuyorlarsa onu duymaya devam edecek onlar, asla benim dediklerimi değil. Bakalım ne duyduklarını süzüp anlayabilir miyim: “ Benim söylediklerimden başka hiçbir şey duyma.” Bu sana biraz çılgınca geliyor mu? “Başka hiçbir şey duyma, kendi düşüncelerini dinleme, benim senin duymanı istediklerimi duy, beni dinle.” Delilik bu. Ve hiçbir işe yaramıyor.
Justin: Bütün enerjini harcıyorsun…
Katie: … Onların duyduklarını yönlendirmeye. Ümitsiz. Ben onlar ne duyuyorlarsa onu dinlemelerini istiyorum. Artık deli değilim. Var olanı seviyorum. Senden bu akşam bir yere gitmeni ve tek başına sessizce kalmanı istiyorum. Sadece öyle sakince otur. Sonra da eve git ve ailene kendi hakkında keşfettiklerini anlat. Onlara anlat ki sen duyabilesin. “Onların beni duymasını istiyorum,” düşüncesinin farkına var. Bu düşünceyle ve o olmadan nasıl biri olduğuna dikkat et. Dinlemelerini bekleme. Sen anlat ki kendin duyabilesin.